Perşembe, Şubat 23, 2006

İstanbul’un yeniden canlanan karoları

Hürriyet gazetesinin kanımca en başarılı muhabirlerinden biri olan Ersin Kalkan, çocukluğunun Balat’ını şöyle anlatır:

“Ben çocukken Balat'ta Garo Usta adında büyük bir usta yaşardı. Kapısında bir eski zaman tabelasında ‘Karocu Garo' yazardı. Çiniler ve yer karoları imal ederdi. Lazok mimarinin yayıldığı, Karadenizli ilk kuşak müteahhitlerin eski evleri yıkarak yerine apartmanlar diktiği dönemde Garo Usta'nun işleri azalmıştı. Dükkânda sinek avlamasının nedenlerinden biri de Garo'nun aksi tabiatlı bir adam olmasıydı. Her siparişi kabul etmezdi. Başından aşağı altın sikkeler de yağdırsanız, kafasına uymayan deseni çiniye işlemezdi. Bir pazar günü kiliseden döndüğünde dükkânının bulunduğu çıkmaz sokağı elinde son kalan çinilerle rengârenk döşeyip, kapattı atölyesini ve çok sevdiği işine veda etti. Altı ay sonra da öldü. Onun ölümünden birkaç ay sonra da belediye işçileri gelip ‘Çingene bohçasına döndü' iddiasıyla kaldırımlardaki çinileri söküp attılar. Oysa, o çamurlu Balat sokağı, ustanın çinileriyle bir sanat eserine dönüşmüştü. Garo’dan geriye hiçbir şey kalmadı…”

(…)

Çok değil, 1900’lerin başında, ıslak zeminlerde ve bahçeli evlerde kullanılan en şık ve en moda dekorasyon malzemesiydi desenli karolar… İlk olarak 1850’de Güney Fransa’da üretildiği bilinen bu karolar, hızla dünyaya yayılarak, özellikle Akdeniz havzasındaki ülkelerde yaygın bir kullanıma sahip oldu.

Çimento ve mermer tozundan elde edilen bir karışımın renk pigmentleri ile desenlerle bezendikten sonra yüksek basınç altında preslenmesi, mucizevi bir sonuç doğurmuştu. Bahçeler ve teraslar, estetik değeri son derece yüksek olan bu yeni malzeme ile renklenmeye başlamıştı.
Geçtiğimiz yüzyılın başında desenli karoların en iyi örneklerinin üretildiği yerlerin başında Barselona, Cenova, Napoli, Selanik ve İstanbul geliyordu. Barselona üretim miktarı ve kalitesiyle ün yaparken, İstanbul kenti desenlerinin güzelliği ile öne çıkıyordu. İstanbullu Rum ve Ermeni ustaların maharetli ellerinde can bulan rengârenk desenler; sadece Boğaziçi’nin yalılarında değil İstanbul’un dar sokaklı mahallelerinde de “çiçekler açmasını” sağlamıştı.

Kurtuluş’ta, Galata’da, Fener’de, Beyoğlu’nda bir eski zaman evinin kapısını açtığınızda, ayaklarınızın altında ansızın açan bu çiçekler, 1950’lerden itibaren plastik esaslı ucuz malzemelere ve marleylere yenilmeye başladı.

Bu sanatın son temsilcilerinden biri olan “Garo Usta” da gidince, İstanbul’un güzelliklerinden biri daha kaybolmuştu. Ta ki, Zekai Bostancı tarafından kurulan Mavi Pencere Atölyesi, uzun yıllar süren bir çalışma sonrasında eski desenli karoları İstanbul’un ve Anadolu’nun eski konaklarından bulup, yeniden kalıplarını çıkarana kadar…

Yıllarca arşiv çalışması yaparak, 120 kadar kaybolmaya yüz tutan eski deseni yeniden canlandıran Mavi Pencere Atölyesi’nin geçmişi 1975’e uzanıyor. Bu desenleri kalıplara aktararak günümüz teknolojinin olanaklarıyla üreten bu atölyenin ürettiği çiniler, sadece İstanbullu zevk sahibi ev sahiplerinin değil, dünyaca ünlü pek çok mimar ve tasarımcının da gözbebeği.

Mavi Pencere’nin kurucusu Zekai Bostancı, 1990’lardan itibaren Türkiye’nin dört bir yanındaki konak ve eski evlere girerek zamana yenilmekte olan çinileri fotoğraflayıp biriktirmiş. İş çinileri arşivlemekle bitmemiş elbette, bu karoların çok hassas olan kalıplarını nasıl çıkarıldığını öğrenebilmek için Milas’tan Afyon’a, Kastamonu’dan Safranbolu’ya kadar ziyaret edilmedik usta bırakılmamış. Sonunda bir “Bayram Usta” bulunmuş, eski usul karoların sırrını bilen. Kalıptan başarılı bir şekilde çıkarılan ilk karolarla da Kadıköy’deki dükkânlarının zemini döşenmiş ve buranın da adı “Çinili Kafe” olmuş. Çinili Kafe’yi muhtemelen duymuşsunuzdur, burası Kadıköy’ün bugün sembol buluşma noktalarından biri...

Çinili Cafe’nin rengârenk çinileri, bir süre sonra sayısız siparişin yağmasına neden olmuş. Bir süre sonra Mavi Pencere’nin en önemli işi olmuş, Osmanlı döneminin zevkini ve Rum ve Ermeni ustaların el becerilerini taşıyan bu karoları bulup, yeniden can vermek...

Mavi Pencere şu an çalışmalarına iki atölyede devam ediyor. Dışarıda istedikleri hassasiyette kalıp yaptıramadıkları ve ayrıca pahalıya patladığı için bir kalıp atölyesi de oluşturmuşlar. Bu sayede kalıp sayıları da artmış, isteğe göre bu karolar farklı renklerde de ürün çıkarabiliyor. Üstüne üstlük Mavi Pencere’nin karoları daha yüksek basınçla preslendiğinden ve içeriğinde bazı beton kimyasalları bulunduğundan daha sert ve emiciliği daha az. Kullanılan çağdaş pigmentler mor ötesi ışınlarına dayanıklı olduğundan, 60-70 yıl önce üretilen karoların aksine, renkleri solma tehlikesi olmaksızın açık alanlara ve banyo gibi ıslak mekânlara döşenebiliyor.

Eğer evinizi, banyonuzu ya da varsa balkonunuzun kaplamasını değiştirmek isterseniz, Mavi Pencere’ye bir uğrayın derim.

Bakalım, çocukluğunuzdaki hangi motifleri hatırlayacaksınız?

Hiç yorum yok: